17 Haziran 2020 Çarşamba

The Last of Us Remastered (2014)


Hem ortalıkta oynanacak doğru dürüst oyun olmaması sebebi ile hem de ikinci oyun gelmeden özet geçmek amacıyla ilk oyunu tekrar bitirdim. İnsanların neden bu oyunu bu kadar çok sevdiğini ve yeni oyunu çılgınlar gibi beklediğini çok iyi anlamış oldum. Oyun bittiğinde ilk defa oynamışım gibi aynı tadı belki daha fazlasını aldım. Tadı damağımda kaldı desem yalan olmaz. Oyunun övülecek bir çok noktası var. Karakterlerin bu kadar gerçekçi göründüğü oyun sayısı çok az belki de yok. Karakter ile oyun boğunca kurduğumuz bağlar harika. Karakterlerin seslendirmeleri özenle yapılmış özellikle Ellie'nin seslendirmesine bittim, gördüğüm en iyi işlerden biriydi. Ellie'nin oyun dünyasında unutulmayacak bir karakter olmasında seslendirmenin payı çok büyük.


Oyunun başından sonuna kadar harika bir çizgisi ve kurgusu var. Oyuncu bir an bile boşluğa düşüp sıkılmıyor ve oyunda boşa geçen bir an bile yok. Her an gerilim dolu ve acaba ne olacak hissi oyun boyunca sürüyor. Grafikler, atmosfer, mekan tasarımları, sinematikler hepsi çok iyi. Can alıcı sahnelerde giren ara müzikler oyunun can damalarından biri. Bu oyun iyi bir korku gerilim oyunu, bu oyun en iyi hikayeli oyunlardan biri, bu oyun iyi bir yol oyunu, bu oyun iyi bir dostluk arkadaşlık oyunu.



Ellie'nin David'i öldürdükten sonra Joel'in gelip ona sarıldığı sahne muazzamdı. Ellie ile Joel'in git gide aralarında oluşan bağ çok güzel işlenmiş. En sonunda Joel'in onu kendi kızıymış gibi sahiplenmesi ve kurtarmaya gitmesi oldukça duygusaldı. Kızı ameliyathaneden kurtarmaya gittiğimiz bölümde aklıma nedense Polat'ın Elif'e gittiği bölüm aklıma geldi.


Gta 5'de iyi bir oyundu ama bu oyun dururken Goty olması haksızlık olmuş. Bu oyun zaman geçtikçe tekrar tekrar sıkılmadan oynanacak enfes bir oyun. İkinci oyun ilk oyunun daha da üstüne koymuş gibi görünüyor. Bu bile beni acayip heyecanlandırıyor. Sabırsızlıkla bekliyorum.


4 Mart 2020 Çarşamba

Bloodborne (2015)



Bloodborne çıktığı günden beri videolarını ve yayınlarını izlediğim bir oyundu. O gothic karanlık atmosfer her şeyi ile muazzam gözüküyordu. Souls oyunları ile yakın bir ilişkim olmadığı için alıp oynama fırsatına erişmemiştim ama harika atmosfere sahip olan bu oyunu bir gün oynamam kesinlikle kaçınılmazdı. Sekiro'yu bitirdikten sonra From Software beni karanlık safına çekmişti ve artık sıra hayalini kurduğum Bloodborne'u oynamaya gelmişti. Oyunu plus ücretsiz verdiğinde indirememiştim ama ücretini verip almaktan çekinmedim çünkü böyle bir şaheserin parasını sonuna kadar hak edeceğini biliyordum. Oyunu geri satmayı kesinlikle düşünmüyorum, arşivlenmeyi tekrar tekrar oynanılıp bitirilmeyi hak eden bir oyun. 



Çalan çanlar, ağlayan bebekler, denize yansıyan ay ışığı, ilerledikçe değişen gökyüzü, ölümün kol gezdiği o harika karanlık atmosfer, muazzam çevre tasarımı, harika mekanlar ve inanılmaz mekan bağlantıları Bloodborne ismi geçince akla ilk gelen şeylerden bir kaçı.. Çevre tasarımları konusunda en iyi oyunlardan biri bir çok kez sadece saatlerce etrafı incelediğimi biliyorum. Kendimi devamlı ay'a bakarken buluyordum. Oyunun çok zekice bir konsepti var ve oyunun içine yerleştirilen hikaye anlatımı anca bu kadar kusursuz olabilirdi. Diğer avcılar gibi karanlık bir rüyanın içinde buluyoruz kendimizi ve bizden rüyayı sonlandırımamız isteniyor ve düşmanımız hayranlıkla baktığımız ay... Ay'ın içinden düşman çıkması falan son derece zekiceydi. 



Sekiro'da olduğu gibi oyuna ilk başladığımda mekaniği kavrayana kadar baya bir öldüm. Hatta merkez yharnam'da o kadar öldüm ki ilk başta oyunun Sekiro'dan daha zor olacağını falan düşündüm ama alışınca kesinlikle daha zor olmadığını gördüm. Sekiro'da deflect sistemi yerine burada parry olayı var doğru zamanda yapınca oldukça zevkli bir olay ama zamanlamayı kaçırırsak can sıkıcı olabiliyor. Sekiro defans ağırlıklı bir oyun burada ise daha saldırgan olmamız gerekiyor. Düşmana geri hamle yapıp can doldurmek ve işini bitirmek gerekiyor. Sekiro'da güçlenmek için bossları kesmek gerekirken burada öyle bir durum söz konusu değil. Farm yaparak güçlenip bossları rahatça geçebiliyoruz. Öyle Sekiro'da ki gibi günlerce uğraştıran bir boss yoktu. En çok Gehrman'da zorlandım onda da toplasan 10 kere falan ölmüşümdür. Boss tasarımları harika ama Sekiro'da ki bosslar gibi çok derin olduğu söylenemez, bize pek bir şey ifade etmiyor diğer canavarları kesmekten bir tık öte  tatmin ediyor o kadar. 

Oyunda ki mekanlar o kadar iyi ki birini övsem diğerine haksızlık olacak hepsi ayrı ayrı muazzamdı. Merkez Yharnam, Katedral, Eski Yharnam, Kabus Hududu, Mensis Hududu, Cainhurst Kales, Yar'gul Görünmez Köy hepsi o kadar iyiydi ki her terafı incik cıncık ede ede gezerek oynadım. Korku gerilim hayranı biri olarak kulaklıkla şu oyunu oynamak kesinlikle muazzam. İlk sefer Yar'gul'e düşünce lambayı bulmam baya zaman aldı aha buradan çıkamayacağım galiba demiştim ve oyunun o korkunç kabus olayı iliklerime kadar işlemişti. Oyunun kötü yönlerinden bazıları belki çok lamba olmaması diyebiliriz ama o zaman da bir anlamı kalmazdı gibi. Lamba yerine zekice tasarlanmış kısayollar eklemişler. En kötüsü ise oyunu durduramıyor olmamız. Boss ile dövüşürken pause yapıp envantere bir şey ekleyemiyoruz ve kullanamıyoruz. Oyun da vuruş hissi inanılmaz, baltayı uzun kullanıp aynı anda üç tane düşmanı yarmak paha biçilemez.. Canavar tasarımlarında gene bu ekibin nasıl bir psikopat kafa yapılarının olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Harika canavarlar tasarlamışlar. Her köşede bizi doğduğumuza pişman edecek yaratıklar bulunuyor. Her köşeye dikkatli bakmak gerekiyor bazı yerlerde çok ciddi ödümü şeyime kaçıran zoeken koymuşlar.. Üzerimiz de kan yankısı biriktiği zaman gerilim artıyor. Her seferinde boss'a girmeden geri dönüp karakteri geliştirdim. Ölüm affetmiyor ve kan yankılarının hepsi gidiyor bu riski almadım ve karakteri çok sağlam geliştirdim. 103 levelde oyunu bitirdim. İlk başta öldümüz bölgede güçlendikten sonra o bölgeyi bir kez bile ölmeden tamamlayınca gücün elinizde olduğu hissini çok iyi veriyor. 

Zorunlu olmamasına rağmen oyunda ki tüm bölgelere gittim ve Celestiel Emissary, Ebrietas, Logarius, Amygdala, Darkbeast Paarl bosslarını da keserek oyunu bitirdim. İyi ki cainhurst kalesine gitmişim yoksa o muazzam tasarımdan yoksun kalacaktım. Kütüphane falan harikaydı gerçekten. Sekiro'dan sonra From Software bir oyununa daha beni kendine aşık ettirmeyi başardı. Bu iki oyundan sonra diğer oyunlardan nasıl keyif alacam hiç bilmiyorum. İki oyun bu işin zirvesi falan artık. İki oyunda beni eski atari günlerime götürdü. O zamandan beri böyle zevkle ve iştahla oyun oynamamıştım. Oyunun Witcher 3 ile aynı yıl çıkması kötü olmuş yılın oyunu ödülünü kazanmayı sonuna kadar hak eden bir yapım olmuş. Keşke farklı yıllarda çıksaymış. Bloodborne iyi ki konsolum var dedirtecek hatta tek başına konsol bile aldırabilecek kalitede bir oyun.  From Software oyunlarının karanlık tadını aldık bir kere, sıra ne zaman gelir bilinmez ama Dark Souls yollarına düşmek artık kaçınılmaz...

27 Şubat 2020 Perşembe

John Wick: Chapter 3 - Parabellum (2019)



Filmi geçenlerde izleyip ilk iki filmin gerisinde olduğunu söyleyip beğenmemiştim. Filmi neremle izlediysem artık bu filmi beğenmemem için akıl tutulması yaşamış olmalıyım. Seriyi ilk izlediğimde sıradan aksiyon filmi gözüyle izlemiştim dün ilk iki filmi bugünde üçüncü filmi tekrar izleyerek serinin önemli noktalarını gözden kaçırdığımı fark ettim. İlk iki filmin üzerinden zaman geçtikten sonra bu filmi izlemek pek etkileciyi olmayabilir beğenmeyenler benim gibi ilk iki filmi tekrar izledikten sonra bu filmi izlesin o zaman taşlar yerine oturacak ve film daha beğenilir hale gelecek. Kesinlikle sıradan bir seri değil kendine has yarattığı evreni harika kamera kullanımı,  müzikleri ve renkleri ile seyirciye sunuyor. Süper kahraman filmleri haricinde böyle salt bir aksiyon serisinin kendine ait bir evren yaratması ile diğer holivud filmlerinden ayrılıyor ve saygıyı hak ediyor. Özellikle devamlı oyun oynayan ve hitman max payne tarzı yapımlarının hayranları için bu seri ayrı bir yerde olacaktır. 



Yıllardır adam gibi Max Payne filmi gelsin diye beklerken John Wick geldi. Filme gelirsek antikacı da ki sahne ve sonlara doğru shotgun şov harikaydı. Kalem ile adam öldürmesi ile meşhur john kütüphanede kitap ile adam öldürerek hikayesine bir yenisini daha ekliyor. Atlı ve motorlu sahnelerde çok iyiydi. Mark Dacascos da çok güzel bir seçim olmuş. Yüzüklerin efendisinden sonra üç filmi de kaliteli 2.seri bana kalırsa. Üç filmde sağlam ve birbiri arasında uçurum fark yok. Üç filme de on üzerinden dokuz verdim. Tarantino sağlam bir kill bill üç çekerse o da en iyi üçlemeler arasında yerini alacaktır. John dördüncü filmde yüksek şura için gelip bu işe son verecek. Chad gene kaliteden ödün vermeyip sağlam bir son film çekerse John Wick serisi en iyi dörtleme olarak sinema tarihine geçecektir. Chad iyi iş çıkardı ve elinde çok güzel bir şans var.



26 Şubat 2020 Çarşamba

SOMA (2015)



Penumbra serisi ile oyun dünyasına giriş yapan Frictional Games, Amnesia serisiyle kendisine sağlam bir yer edinmişti. Korku oyunu fanları oyunu çoktan oynayıp bitirirken korku oyunlarıyla ilgili olmayan kişilerin bile kulağına küpe olmuştu adeta Amnesia ismi. Kendisi hakkında gelmiş geçmiş en korkunç oyun tabiri yapılırken kimi oynamaya cesaret edemiyordu kimi ise şans verip yarıda bırakıyordu. Bense oyunu ilk başta zor bulup yarım bırakanlardandım ama daha sonra cesaretimi topladım ve oyunu hakkını vererek bitirdim. Gerçekten şahane bir oyundu Amnesia: Dark Descent.



Frictional Games 2015 yılında bu sefer karşımıza korku ve gerilimi bilim kurgu ile muazzam bir şekilde harmanlayarak önümüze SOMA'yı sundu. Oyunun öyle sağlam bir hikayesi var ki rahatlıkla film veya dizi olabilecek kapasitede. Hikaye tabanlı oyunlar ile yarışabilecek hatta önüne bile geçebilecek seviyede bir konu var karşımızda. Kimse bir korku oyunundan bunu başabileceğini düşünmezdi ama Frictional Games bunu başardı. SOMA en iyi hikayeli oyunlar arasına adını yazdırmıştı.



Oyunda trafik kazası geçirdikten sonra beyin hasarı geçiren Simon Jarrett karakterini yönlendiriyoruz. Simon tedavi için çareyi Doktor Munshi'nin yeni geliştirdiği beyin tarama teknolojisinde aramaktadır. Doktorun ofisine gittikten sonra tarama gerçekleşir ve Simon kendini hiç ummadığı bir yerde ölümle nefes nefese kalacağı bir yerde bulur. Oyun harika bir şekilde başlıyor ve bitene kadar harika bir kurgu ile devam ediyor. Oyunun kendine has mekanikleri oldukça hoş. Oyun bizlere bulunduğumuz yerin atmosferini ve gerilimini çok başarılı bir şekilde aktarıyor. Seslerin de muazzam olduğunu belirtmek gerek. Özellikle suyun altında karanlıkta tek başımıza gezdiğimiz yerler harikaydı. O çıkan baloncuklar falan oldukça gerçekçiydi. Karakter seslendirlemeleri de oldukça başarılıydı. Karanlıkta tek başımıza dolaşırken bize Catherine'in sesi dostluk ediyor. 



Frictional Games yaptıkları işin hakkını sonuna kadar vermiş. Bilim kurguyu korku ile bu kadar iyi harmanlayan bir yapım görmemiştim daha önce. Event Horizon filminin hayranı biri olarak bu oyunu büyük bir keyifle bitirdim ve oyunun kesinlikle bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Özellikle finali beni çok etkiledi. Kimileri oyunun çok korkunç olmadığını söylesede gece kulaklık ile oynarken bazı anlarda kalp atışımın hızlandığını fark ettim. Soma her oyun severin şans vermesi gereken, şahane mekanikleri, oynanışı, bulmacaları, muazzam hikayesi ile sizlere unutamayacağınız bir deneyim yaşatacak. 

Oyunun sonunda tek dostumuz olan Catherine'in sesinin patlayıp ölmesi ve orada tek başımıza kalmamız, ondan sonra uzay gemisinde diğer Simon ve Catherine'in yıldızlar arasında kaybolması... Muazzam final muazzam.



23 Şubat 2020 Pazar

Hardcore Henry (2015)



Ilya Naishuller sinema dünyasında şimdiye kadar denenmemiş bir ilki gerçekleştiriyor ve karakterin kafasına taktığı kamera ile FPS(First Person Shooter) bakış açısı ile seyirciye tüm film boyunca aksiyon dolu anlar yaşatıyor. Ciddi bir yönetmenlik denemesi olmamasına rağmen böyle zor bir işin altından başarıyla kalktığını düşünüyorum. Dinmek bilmeyen aksiyonun dışında bilim kurgu sevenleri de tatmin edecek ögeler barındırdığını da söylemek lazım.



Filmin başında ne olup bittiğini anlamaya çalışırken aksiyon hızlı ve şaşırtıcı bir şekilde başlıyor. İlk yarım saati büyük bir hayranlıkla ve zevkle izledim. Filmin ilk yarım saati her bir sonraki sahnede fark yaratmayı başarıyordu. İlk yarım saatten sonra galiba filmin olayına alıştığım için büyüsü bozuldu ve benim için biraz daha basitleşti. Eğer bu efsanevi giriş tüm filme yayılabilseymiş kesinlikle tam puanı hak eden unutulmayacak bir başyapıt olurmuş.





Eğer filmi izlerken yanınıza arkadaşınız ya da ailenizden biri gelirse film izlediğinizi değil liveleak sitesinden gerçek vahşet görüntüleri izlediğinizi sanabilir. Aksiyon sahneleri son derece gerçekçi. Tüm bu aksiyonun yanında Sharlto Copley'in hayat verdiği Jimmy karakteri de oldukça renkli ve eğlenceli olmuş. Haley Bennett gibi bir güzelliğin de varlığı filmin artılarından biri olmuş. 





Yönetmen 2013 yılında çektiği ''Bad Motherfucker'' klibi ile böyle bir filmin gelebileceğinin haberini de vermiş.

















Hardcore Henry fps bakış açısı ile çekilen ilk uzun metrajlı film olması sebebiyle sinema dünyasına farklı bir soluk getirmiş ve yeniliklere her zaman açık bir sinemasever olarak oldukça beğendiğim bir yapım oldu. Siz de klişe işlerden sıkıldıysanız ve farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız kesinlikle şans vermelisiniz.

8/10

22 Şubat 2020 Cumartesi

The Raven (2012)



The Raven filminin yönetmen koltuğunda İlk deneyimi olmasına rağmen V-for Vendetta ile sinema dünyasına hızlı bir giriş yapan James McTeigue oturuyor. Hızlı giden atın misali mi desek o filmden sonra aynı kalitede ses getiren bir işe imza atmış değil. Filmin yazarları ise Hannah Shakespeare ve Ben Livingston.



Edgar Allan Poe bir zamanlar halkın çok sevdiği kanlı cinayet hikayeleri yazan, gazetelerin çok satmasını sağlayan itibarı yüksek bir yazardır. Artık eskisi gibi yazamayan Poe meteliksiz kalmaya başlar ve içki için bile para bulmakta zorlanmaktadır. Poe'nun bir hayranı hikayelerinde ki cinayetleri tıpa tıp kopyalayarak şehire dehşet bir korku salmaktadır. Tüm polisler ve dedektif Fields alarma geçmiştir, artık Poe dahil herkes şüphelidir. 



Film Alan Wake oyunu ile benzerlikler taşıyor denebilir. Bir tarafta yazarın yazdıklarını oynarken burada ise yazarın hikayelerini izliyoruz. Katil Poe'nun sevdiği kadını kaçırır ve işlediği her cinayette hayranı olduğu yazarın kendisine ulaşması için birer ipucu bırakır. Artık şüpheli durumdan çıkan Poe dedektif Fields ile birlikte katili yakalamak için canları pahasına tehlikeye atılırlar. 



Poe rolünde John Cusack fena bir iş çıkarmamış. Luke Evans ise bana kalırsa dedektif Fields rolünde filmi sırtlayan isim olmuş. Filmi izledikçe filmin kendini fazla ciddiye almadığını ve tiyatral bir havada geçtiğini görüyoruz. Filmi izlerken bir roman okuyor gibi hissetmemizi istemişler demek doğru olur. 



Zaten filmin sonuda bu olayı güzel bir şekilde bağlıyor. İzlediğimiz hikaye Poe'nun yalnız başına sefil bir halde bankta tek başına otururken ölmesini izlememiz ile son buluyor. Poe kendisinin itibar kazanmasını sağlayan çok satan hikayelerini gözünün önünden geçiriyor diyebiliriz. 

The Raven için karanlık atmosferi ile öne çıkan, suç, gerilim ve gizem türünü sevenler için fena olmayan çerezlik bir alternatif diyebiliriz. 

6.5/10

21 Şubat 2020 Cuma

Sekiro: Shadows Die Twice (2019)



Şimdiye kadar souls oyunlarından zorluğu sebebi nedeni ile hep uzak durdum. Hem oyun türüne hakim olmadığım için hem aşırı sinir olup stres olmaya ne gerek var diye düşündüm. Bu tür oyunlardan hep kendimi uzak tuttum ama ta ki Sekiro ile tanışana kadar. Twitch'de ve Youtube'da oyun videolarını izlediğim de oyun büyüleyici gözüküyordu izlerken bile çok büyük zevkle izliyordum işte bu oyun tam benlik dedim, ne yapıp edip oynamalıydım. Aksiyon, vahşet, kan ve şiddet hayranı biri olarak bu oyunu kaçırmam imkansızdı. Bir insan niye kan ve vahşet hayranı olur o da ayrı bir mesele.. İzlemesi iki kat zevkli ise oynaması kesinlikle on kat daha zevkli. Sekiro'dan sonra diğer oyunlardan nasıl keyif alacam hiç bilmiyorum.



Bilgisayar'da gamepad ile oynamaya başladım, dandik bir gamepad olduğu için bazı bosslarda zor anlar yaşıyordum. Bu sırada ps4'ü mü de kuzene vermiştim. Cihazı kuzenden geri alıp oyunu oynamak için can atıyordum. Cihazı aldıktan sonra oyunu hemen satın alıp Sekiro'yu adam gibi oynayıp bitirmenin vakti gelmişti.



Bilgisayar'da oynarken Genichiro'ya gelmem 3-4 gün sürerken playstation'da oynarken oyuna ilk başladığım da Genichiro'ya gelmiştim bile. Oyunun mekaniğini kavradıktan sonra alışıyorsunuz ve oyun daha kolay bir hale geliyor. Ne kadar alışsak da ilerde kan alıcı bosslar geliyor ve Genichiro'nun aslında delikanlı bir melek olduğunu anlıyoruz. 

Genichiro oyunda ki en sevdiğim karakter ve boss. Hani filmlerde acemi dövüşcü ustası ile dövüşerek ustalaşır ya işte bizim de oyundaki ilk ustamız Genichiro oluyor. Onunla dövüşerek daha iyi hale geliyoruz ve savunma hücum mekaniğini iyice kavrıyoruz. 

Oyun ciddi konsantre ve biraz da yetenek istiyor. Bosslar ile dövüşürken yaptğımız en ufak hata pahalıya patlıyor. Soğukkanlı ve akıllıca dövüşmeliyiz. Oyun bizden rakibimize saygı duymamızı istiyor. Eğer rakibini hafife alır sadece atak yapmayı düşünürsen geçmiş olsun.



Oyunun türü aksiyon, macera ve fantastik olarak geçse de kesinlikle korku ve gerilim de eklenmeliymiş. Bir çok korku ve gerilim filmi izledim ama şu oyunda ki senpou temple bölgesi bir acayip. O sesler o müzik acayip gerilim dolu bir bölge. Gece kulaklıkla ile oynarken o bölgedeki gerilimi iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Bunun yanında fountainhead palace bölgesi de Japon kültürünü dibine kadar hissettiren insanı dinginleştiren bir bölge. O bölgede gezerken bosslardan sonra ki negatif yükü üzerinizden atacaksanız. Şimdi de sevdiğim, sevmediğim ve en sinir olduğum bosslardan biraz bahsedelim.



Lady Butterfly - Oyunun başlarında kestiğimiz bu ninemiz en sevdiğim bosslardan biri. Müzik eşliğinde döne döne kesmek oldukça zevkliydi. 



Chained Ogre - Biraz sinir bozucu bir boss olsada tasarım olarak sevdiğim bosslardan biri. Bunu da etrafında döne döne kesmek oldukça keyifli.



Genichiro Ashina - Genichiro'yu çok sevdiğimi söylemiştim. Ne kadar sinir bozucu olsan da o ses tonu ve karizmanla sana hayranım Genichiro.. 



Guardian Ape - İyi tasarlanmış bosslardan biri. İlk yanına geldiğimizde arkasını döndükten sonra çalan o müzik efsane. Geniş alanda suyun içinde debelenirken kaçmamız ayrı bir keyifliydi. 



Corrupted Monk - Oldukça güçlü ve devasa görünen Monk'ları niyeyse seviyorum. Ayrı bir karizma ve havası var. 



Lone Shadow Masanaga - Kesinlikle oyunun en sinir bozucu bossu bu arkadaş. Kelebek gibi uçuyor arı gibi sokuyor namussuz. Rüzgardan hızlı hareket eden bu kımıl zararlısını anca dışarı çekip ağaçların arasına sıkıştırarak kesebildim. Gerçekten tam bir ninja.



Owl Father - Geldik oyunun bana göre en zor bossuna. Böyle baba olmaz olsun gerçekten bunu geçmek için tam iki gün uğraştım. Bununla ilk Genichiro ile kapıştığımız yerde de dövüşmüştük orada da baya uyuz olduydum. Eline vermişler otuz metre kılıcı bir yere kaçamıyorsun. Tabii zar zor kestikten sonra kimse bununla bir daha hirata estate'de karşılacağımızı söylememişti. Meğerse o sadece fragmanmış. Hirata'da ki kapışma da dedim ki benim kumarım burada biter oyun buraya kadarmış bunu imkanı yok geçemem benim için oyun bitti dedim. Tabii aldığı nefese kadar tüm hareketlerini ezberleyince sonunda geçmeyi başardım. Dövüş olarak çok iyi tasarlanmış çok zor olsada bir o kadar hayran olduğumuz bir bosstu. Oyun burada tüm öğrendiklerimizi sergilememizi istiyor ve babamızı ustamızı öldürerek gerçek bir shinobi master olduğumuzu kanıtlamamızı istiyor. Burada Owl'ı kesmeden de oyunu bitirebiliriz ama tüm bossları kesmeden oyunu bitirmek istemedim. Ayrıca tüm headless'ları ve schemin warrior'ları da kestiğimi söyleyeyim. Headless'lar kesinlikle ürkütücü...



Isshin Ashina - Owl'ı kestikten sonra bu sefer Isshin belası karşımıza çıkıyor. Gene yarım gün bununla uğraştıktan sonra gene aynı şeyi söyledim. Benim kumarım burada biter. Oyunun sonuna bir şekilde gelmeyi başardım galiba son bossu geçemeden oyunu silecem gibi gözüküyor dedim. Baya alıştırma yaptıktan sonra ertesi gün ilk fazını darbe almadan geçmeye başladım. İkinci fazını da umbrella yardımı ile geçtikten sonra artık son fazda gönderdiği yıldırımı kendisine iade ederek bunun da boynuna kılıcı sapladım. Isshin baya zor olsa da en sinir bozucu olan her seferinde tekrar Genichiro ile kapışmaktı. Isshin'e o kadar uyuz olmadım. Oyuna yeni başlayacak olanlara bir kaç ipucu vermek gerekirse oyunun başlarında mid-air prosthetics tool'u skilini açmayı unutmayın. Oyunun başlarında zıplayarak protez kolunun skillerini kullanmak çok işinize yarayacak. Isshin'e gelmeden ise projected force skili çok önemli. Umbrella ile korunup saldırı yapmak ikinci faz için çok önemli. İlk ve üçüncü faz kolay ama en zoru ikinci fazını geçmek. 



Masaüstü wallpaper'ı mı da paylaşarak artık yazının son noktalarını koyalım. Souls oyunlarından devamlı uzak duran ben aşık olduğum, hayranı olduğum bu oyunu bitirmenin gururunu yaşıyorum. Özellikle binlerce twitch yayıncısı olaranların bile oyunu yarım bıraktığı bir ortamda bu oyunu bitirmeyi başarmak benim için büyük bir zevkti. Çabuk sinirlenen ani öfkeyle eşyalara zarar veren biriyseniz bu oyundan uzak durun. Bir çok video da sandalye, klavye, gamepad ve bir sürü şey kıranı gördüm. Bunun bir oyun olduğunu unutmayın ve ölmekten keyif alın. Sekiro atmosferi, oynanışı, müzikleri, mekanları, mekan bağlantıları, harika combat sistemi ile tam bir sanat eseri. Goty olmayı dibine kadar hak eden bir oyun. Oyunu silmek benim için baya zor oldu, kesinlikle bağımlı yapıcı bir tarafı var. Bittikten sonra tekrar başlamayı bile düşündüm. Bu oyunsa şimdiye kadar oynadıklarım neydi dedirten bir oyundu. Şimdilik hayatımda oynadığım en iyi oyun. Örneğin bir filmin veya hikayenin baş kahramanı olduğunuzu her anında sonuna kadar hissettiriyor.   Rahat bir yüz saat oynayıp, her saniyesinden ve oyuna verdiğiniz paranın kat ve kat karşılığını alacağınız bir oyun sekiro shadows die twice...





Emma'nın deva deyişi için bile oynanır bu oyun. Dikkat edin siz de benim gibi kendisine aşık olmayın...