27 Şubat 2020 Perşembe

John Wick: Chapter 3 - Parabellum (2019)



Filmi geçenlerde izleyip ilk iki filmin gerisinde olduğunu söyleyip beğenmemiştim. Filmi neremle izlediysem artık bu filmi beğenmemem için akıl tutulması yaşamış olmalıyım. Seriyi ilk izlediğimde sıradan aksiyon filmi gözüyle izlemiştim dün ilk iki filmi bugünde üçüncü filmi tekrar izleyerek serinin önemli noktalarını gözden kaçırdığımı fark ettim. İlk iki filmin üzerinden zaman geçtikten sonra bu filmi izlemek pek etkileciyi olmayabilir beğenmeyenler benim gibi ilk iki filmi tekrar izledikten sonra bu filmi izlesin o zaman taşlar yerine oturacak ve film daha beğenilir hale gelecek. Kesinlikle sıradan bir seri değil kendine has yarattığı evreni harika kamera kullanımı,  müzikleri ve renkleri ile seyirciye sunuyor. Süper kahraman filmleri haricinde böyle salt bir aksiyon serisinin kendine ait bir evren yaratması ile diğer holivud filmlerinden ayrılıyor ve saygıyı hak ediyor. Özellikle devamlı oyun oynayan ve hitman max payne tarzı yapımlarının hayranları için bu seri ayrı bir yerde olacaktır. 



Yıllardır adam gibi Max Payne filmi gelsin diye beklerken John Wick geldi. Filme gelirsek antikacı da ki sahne ve sonlara doğru shotgun şov harikaydı. Kalem ile adam öldürmesi ile meşhur john kütüphanede kitap ile adam öldürerek hikayesine bir yenisini daha ekliyor. Atlı ve motorlu sahnelerde çok iyiydi. Mark Dacascos da çok güzel bir seçim olmuş. Yüzüklerin efendisinden sonra üç filmi de kaliteli 2.seri bana kalırsa. Üç filmde sağlam ve birbiri arasında uçurum fark yok. Üç filme de on üzerinden dokuz verdim. Tarantino sağlam bir kill bill üç çekerse o da en iyi üçlemeler arasında yerini alacaktır. John dördüncü filmde yüksek şura için gelip bu işe son verecek. Chad gene kaliteden ödün vermeyip sağlam bir son film çekerse John Wick serisi en iyi dörtleme olarak sinema tarihine geçecektir. Chad iyi iş çıkardı ve elinde çok güzel bir şans var.



26 Şubat 2020 Çarşamba

SOMA (2015)



Penumbra serisi ile oyun dünyasına giriş yapan Frictional Games, Amnesia serisiyle kendisine sağlam bir yer edinmişti. Korku oyunu fanları oyunu çoktan oynayıp bitirirken korku oyunlarıyla ilgili olmayan kişilerin bile kulağına küpe olmuştu adeta Amnesia ismi. Kendisi hakkında gelmiş geçmiş en korkunç oyun tabiri yapılırken kimi oynamaya cesaret edemiyordu kimi ise şans verip yarıda bırakıyordu. Bense oyunu ilk başta zor bulup yarım bırakanlardandım ama daha sonra cesaretimi topladım ve oyunu hakkını vererek bitirdim. Gerçekten şahane bir oyundu Amnesia: Dark Descent.



Frictional Games 2015 yılında bu sefer karşımıza korku ve gerilimi bilim kurgu ile muazzam bir şekilde harmanlayarak önümüze SOMA'yı sundu. Oyunun öyle sağlam bir hikayesi var ki rahatlıkla film veya dizi olabilecek kapasitede. Hikaye tabanlı oyunlar ile yarışabilecek hatta önüne bile geçebilecek seviyede bir konu var karşımızda. Kimse bir korku oyunundan bunu başabileceğini düşünmezdi ama Frictional Games bunu başardı. SOMA en iyi hikayeli oyunlar arasına adını yazdırmıştı.



Oyunda trafik kazası geçirdikten sonra beyin hasarı geçiren Simon Jarrett karakterini yönlendiriyoruz. Simon tedavi için çareyi Doktor Munshi'nin yeni geliştirdiği beyin tarama teknolojisinde aramaktadır. Doktorun ofisine gittikten sonra tarama gerçekleşir ve Simon kendini hiç ummadığı bir yerde ölümle nefes nefese kalacağı bir yerde bulur. Oyun harika bir şekilde başlıyor ve bitene kadar harika bir kurgu ile devam ediyor. Oyunun kendine has mekanikleri oldukça hoş. Oyun bizlere bulunduğumuz yerin atmosferini ve gerilimini çok başarılı bir şekilde aktarıyor. Seslerin de muazzam olduğunu belirtmek gerek. Özellikle suyun altında karanlıkta tek başımıza gezdiğimiz yerler harikaydı. O çıkan baloncuklar falan oldukça gerçekçiydi. Karakter seslendirlemeleri de oldukça başarılıydı. Karanlıkta tek başımıza dolaşırken bize Catherine'in sesi dostluk ediyor. 



Frictional Games yaptıkları işin hakkını sonuna kadar vermiş. Bilim kurguyu korku ile bu kadar iyi harmanlayan bir yapım görmemiştim daha önce. Event Horizon filminin hayranı biri olarak bu oyunu büyük bir keyifle bitirdim ve oyunun kesinlikle bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Özellikle finali beni çok etkiledi. Kimileri oyunun çok korkunç olmadığını söylesede gece kulaklık ile oynarken bazı anlarda kalp atışımın hızlandığını fark ettim. Soma her oyun severin şans vermesi gereken, şahane mekanikleri, oynanışı, bulmacaları, muazzam hikayesi ile sizlere unutamayacağınız bir deneyim yaşatacak. 

Oyunun sonunda tek dostumuz olan Catherine'in sesinin patlayıp ölmesi ve orada tek başımıza kalmamız, ondan sonra uzay gemisinde diğer Simon ve Catherine'in yıldızlar arasında kaybolması... Muazzam final muazzam.



23 Şubat 2020 Pazar

Hardcore Henry (2015)



Ilya Naishuller sinema dünyasında şimdiye kadar denenmemiş bir ilki gerçekleştiriyor ve karakterin kafasına taktığı kamera ile FPS(First Person Shooter) bakış açısı ile seyirciye tüm film boyunca aksiyon dolu anlar yaşatıyor. Ciddi bir yönetmenlik denemesi olmamasına rağmen böyle zor bir işin altından başarıyla kalktığını düşünüyorum. Dinmek bilmeyen aksiyonun dışında bilim kurgu sevenleri de tatmin edecek ögeler barındırdığını da söylemek lazım.



Filmin başında ne olup bittiğini anlamaya çalışırken aksiyon hızlı ve şaşırtıcı bir şekilde başlıyor. İlk yarım saati büyük bir hayranlıkla ve zevkle izledim. Filmin ilk yarım saati her bir sonraki sahnede fark yaratmayı başarıyordu. İlk yarım saatten sonra galiba filmin olayına alıştığım için büyüsü bozuldu ve benim için biraz daha basitleşti. Eğer bu efsanevi giriş tüm filme yayılabilseymiş kesinlikle tam puanı hak eden unutulmayacak bir başyapıt olurmuş.





Eğer filmi izlerken yanınıza arkadaşınız ya da ailenizden biri gelirse film izlediğinizi değil liveleak sitesinden gerçek vahşet görüntüleri izlediğinizi sanabilir. Aksiyon sahneleri son derece gerçekçi. Tüm bu aksiyonun yanında Sharlto Copley'in hayat verdiği Jimmy karakteri de oldukça renkli ve eğlenceli olmuş. Haley Bennett gibi bir güzelliğin de varlığı filmin artılarından biri olmuş. 





Yönetmen 2013 yılında çektiği ''Bad Motherfucker'' klibi ile böyle bir filmin gelebileceğinin haberini de vermiş.

















Hardcore Henry fps bakış açısı ile çekilen ilk uzun metrajlı film olması sebebiyle sinema dünyasına farklı bir soluk getirmiş ve yeniliklere her zaman açık bir sinemasever olarak oldukça beğendiğim bir yapım oldu. Siz de klişe işlerden sıkıldıysanız ve farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız kesinlikle şans vermelisiniz.

8/10

22 Şubat 2020 Cumartesi

The Raven (2012)



The Raven filminin yönetmen koltuğunda İlk deneyimi olmasına rağmen V-for Vendetta ile sinema dünyasına hızlı bir giriş yapan James McTeigue oturuyor. Hızlı giden atın misali mi desek o filmden sonra aynı kalitede ses getiren bir işe imza atmış değil. Filmin yazarları ise Hannah Shakespeare ve Ben Livingston.



Edgar Allan Poe bir zamanlar halkın çok sevdiği kanlı cinayet hikayeleri yazan, gazetelerin çok satmasını sağlayan itibarı yüksek bir yazardır. Artık eskisi gibi yazamayan Poe meteliksiz kalmaya başlar ve içki için bile para bulmakta zorlanmaktadır. Poe'nun bir hayranı hikayelerinde ki cinayetleri tıpa tıp kopyalayarak şehire dehşet bir korku salmaktadır. Tüm polisler ve dedektif Fields alarma geçmiştir, artık Poe dahil herkes şüphelidir. 



Film Alan Wake oyunu ile benzerlikler taşıyor denebilir. Bir tarafta yazarın yazdıklarını oynarken burada ise yazarın hikayelerini izliyoruz. Katil Poe'nun sevdiği kadını kaçırır ve işlediği her cinayette hayranı olduğu yazarın kendisine ulaşması için birer ipucu bırakır. Artık şüpheli durumdan çıkan Poe dedektif Fields ile birlikte katili yakalamak için canları pahasına tehlikeye atılırlar. 



Poe rolünde John Cusack fena bir iş çıkarmamış. Luke Evans ise bana kalırsa dedektif Fields rolünde filmi sırtlayan isim olmuş. Filmi izledikçe filmin kendini fazla ciddiye almadığını ve tiyatral bir havada geçtiğini görüyoruz. Filmi izlerken bir roman okuyor gibi hissetmemizi istemişler demek doğru olur. 



Zaten filmin sonuda bu olayı güzel bir şekilde bağlıyor. İzlediğimiz hikaye Poe'nun yalnız başına sefil bir halde bankta tek başına otururken ölmesini izlememiz ile son buluyor. Poe kendisinin itibar kazanmasını sağlayan çok satan hikayelerini gözünün önünden geçiriyor diyebiliriz. 

The Raven için karanlık atmosferi ile öne çıkan, suç, gerilim ve gizem türünü sevenler için fena olmayan çerezlik bir alternatif diyebiliriz. 

6.5/10

21 Şubat 2020 Cuma

Sekiro: Shadows Die Twice (2019)



Şimdiye kadar souls oyunlarından zorluğu sebebi nedeni ile hep uzak durdum. Hem oyun türüne hakim olmadığım için hem aşırı sinir olup stres olmaya ne gerek var diye düşündüm. Bu tür oyunlardan hep kendimi uzak tuttum ama ta ki Sekiro ile tanışana kadar. Twitch'de ve Youtube'da oyun videolarını izlediğim de oyun büyüleyici gözüküyordu izlerken bile çok büyük zevkle izliyordum işte bu oyun tam benlik dedim, ne yapıp edip oynamalıydım. Aksiyon, vahşet, kan ve şiddet hayranı biri olarak bu oyunu kaçırmam imkansızdı. Bir insan niye kan ve vahşet hayranı olur o da ayrı bir mesele.. İzlemesi iki kat zevkli ise oynaması kesinlikle on kat daha zevkli. Sekiro'dan sonra diğer oyunlardan nasıl keyif alacam hiç bilmiyorum.



Bilgisayar'da gamepad ile oynamaya başladım, dandik bir gamepad olduğu için bazı bosslarda zor anlar yaşıyordum. Bu sırada ps4'ü mü de kuzene vermiştim. Cihazı kuzenden geri alıp oyunu oynamak için can atıyordum. Cihazı aldıktan sonra oyunu hemen satın alıp Sekiro'yu adam gibi oynayıp bitirmenin vakti gelmişti.



Bilgisayar'da oynarken Genichiro'ya gelmem 3-4 gün sürerken playstation'da oynarken oyuna ilk başladığım da Genichiro'ya gelmiştim bile. Oyunun mekaniğini kavradıktan sonra alışıyorsunuz ve oyun daha kolay bir hale geliyor. Ne kadar alışsak da ilerde kan alıcı bosslar geliyor ve Genichiro'nun aslında delikanlı bir melek olduğunu anlıyoruz. 

Genichiro oyunda ki en sevdiğim karakter ve boss. Hani filmlerde acemi dövüşcü ustası ile dövüşerek ustalaşır ya işte bizim de oyundaki ilk ustamız Genichiro oluyor. Onunla dövüşerek daha iyi hale geliyoruz ve savunma hücum mekaniğini iyice kavrıyoruz. 

Oyun ciddi konsantre ve biraz da yetenek istiyor. Bosslar ile dövüşürken yaptğımız en ufak hata pahalıya patlıyor. Soğukkanlı ve akıllıca dövüşmeliyiz. Oyun bizden rakibimize saygı duymamızı istiyor. Eğer rakibini hafife alır sadece atak yapmayı düşünürsen geçmiş olsun.



Oyunun türü aksiyon, macera ve fantastik olarak geçse de kesinlikle korku ve gerilim de eklenmeliymiş. Bir çok korku ve gerilim filmi izledim ama şu oyunda ki senpou temple bölgesi bir acayip. O sesler o müzik acayip gerilim dolu bir bölge. Gece kulaklıkla ile oynarken o bölgedeki gerilimi iliklerinize kadar hissedeceksiniz. Bunun yanında fountainhead palace bölgesi de Japon kültürünü dibine kadar hissettiren insanı dinginleştiren bir bölge. O bölgede gezerken bosslardan sonra ki negatif yükü üzerinizden atacaksanız. Şimdi de sevdiğim, sevmediğim ve en sinir olduğum bosslardan biraz bahsedelim.



Lady Butterfly - Oyunun başlarında kestiğimiz bu ninemiz en sevdiğim bosslardan biri. Müzik eşliğinde döne döne kesmek oldukça zevkliydi. 



Chained Ogre - Biraz sinir bozucu bir boss olsada tasarım olarak sevdiğim bosslardan biri. Bunu da etrafında döne döne kesmek oldukça keyifli.



Genichiro Ashina - Genichiro'yu çok sevdiğimi söylemiştim. Ne kadar sinir bozucu olsan da o ses tonu ve karizmanla sana hayranım Genichiro.. 



Guardian Ape - İyi tasarlanmış bosslardan biri. İlk yanına geldiğimizde arkasını döndükten sonra çalan o müzik efsane. Geniş alanda suyun içinde debelenirken kaçmamız ayrı bir keyifliydi. 



Corrupted Monk - Oldukça güçlü ve devasa görünen Monk'ları niyeyse seviyorum. Ayrı bir karizma ve havası var. 



Lone Shadow Masanaga - Kesinlikle oyunun en sinir bozucu bossu bu arkadaş. Kelebek gibi uçuyor arı gibi sokuyor namussuz. Rüzgardan hızlı hareket eden bu kımıl zararlısını anca dışarı çekip ağaçların arasına sıkıştırarak kesebildim. Gerçekten tam bir ninja.



Owl Father - Geldik oyunun bana göre en zor bossuna. Böyle baba olmaz olsun gerçekten bunu geçmek için tam iki gün uğraştım. Bununla ilk Genichiro ile kapıştığımız yerde de dövüşmüştük orada da baya uyuz olduydum. Eline vermişler otuz metre kılıcı bir yere kaçamıyorsun. Tabii zar zor kestikten sonra kimse bununla bir daha hirata estate'de karşılacağımızı söylememişti. Meğerse o sadece fragmanmış. Hirata'da ki kapışma da dedim ki benim kumarım burada biter oyun buraya kadarmış bunu imkanı yok geçemem benim için oyun bitti dedim. Tabii aldığı nefese kadar tüm hareketlerini ezberleyince sonunda geçmeyi başardım. Dövüş olarak çok iyi tasarlanmış çok zor olsada bir o kadar hayran olduğumuz bir bosstu. Oyun burada tüm öğrendiklerimizi sergilememizi istiyor ve babamızı ustamızı öldürerek gerçek bir shinobi master olduğumuzu kanıtlamamızı istiyor. Burada Owl'ı kesmeden de oyunu bitirebiliriz ama tüm bossları kesmeden oyunu bitirmek istemedim. Ayrıca tüm headless'ları ve schemin warrior'ları da kestiğimi söyleyeyim. Headless'lar kesinlikle ürkütücü...



Isshin Ashina - Owl'ı kestikten sonra bu sefer Isshin belası karşımıza çıkıyor. Gene yarım gün bununla uğraştıktan sonra gene aynı şeyi söyledim. Benim kumarım burada biter. Oyunun sonuna bir şekilde gelmeyi başardım galiba son bossu geçemeden oyunu silecem gibi gözüküyor dedim. Baya alıştırma yaptıktan sonra ertesi gün ilk fazını darbe almadan geçmeye başladım. İkinci fazını da umbrella yardımı ile geçtikten sonra artık son fazda gönderdiği yıldırımı kendisine iade ederek bunun da boynuna kılıcı sapladım. Isshin baya zor olsa da en sinir bozucu olan her seferinde tekrar Genichiro ile kapışmaktı. Isshin'e o kadar uyuz olmadım. Oyuna yeni başlayacak olanlara bir kaç ipucu vermek gerekirse oyunun başlarında mid-air prosthetics tool'u skilini açmayı unutmayın. Oyunun başlarında zıplayarak protez kolunun skillerini kullanmak çok işinize yarayacak. Isshin'e gelmeden ise projected force skili çok önemli. Umbrella ile korunup saldırı yapmak ikinci faz için çok önemli. İlk ve üçüncü faz kolay ama en zoru ikinci fazını geçmek. 



Masaüstü wallpaper'ı mı da paylaşarak artık yazının son noktalarını koyalım. Souls oyunlarından devamlı uzak duran ben aşık olduğum, hayranı olduğum bu oyunu bitirmenin gururunu yaşıyorum. Özellikle binlerce twitch yayıncısı olaranların bile oyunu yarım bıraktığı bir ortamda bu oyunu bitirmeyi başarmak benim için büyük bir zevkti. Çabuk sinirlenen ani öfkeyle eşyalara zarar veren biriyseniz bu oyundan uzak durun. Bir çok video da sandalye, klavye, gamepad ve bir sürü şey kıranı gördüm. Bunun bir oyun olduğunu unutmayın ve ölmekten keyif alın. Sekiro atmosferi, oynanışı, müzikleri, mekanları, mekan bağlantıları, harika combat sistemi ile tam bir sanat eseri. Goty olmayı dibine kadar hak eden bir oyun. Oyunu silmek benim için baya zor oldu, kesinlikle bağımlı yapıcı bir tarafı var. Bittikten sonra tekrar başlamayı bile düşündüm. Bu oyunsa şimdiye kadar oynadıklarım neydi dedirten bir oyundu. Şimdilik hayatımda oynadığım en iyi oyun. Örneğin bir filmin veya hikayenin baş kahramanı olduğunuzu her anında sonuna kadar hissettiriyor.   Rahat bir yüz saat oynayıp, her saniyesinden ve oyuna verdiğiniz paranın kat ve kat karşılığını alacağınız bir oyun sekiro shadows die twice...





Emma'nın deva deyişi için bile oynanır bu oyun. Dikkat edin siz de benim gibi kendisine aşık olmayın...

17 Şubat 2020 Pazartesi

RoboCop 3 (1993)



İlk RoboCop filmini izlediğimde çok beğenmiştim, serinin ikinci ve üçüncü filminin kötü olduğunu düşünürek fazla bir beklenti içine girmeden izledim ama devam filmlerini de gayet keyif alarak izledim. Devam filmlerinin çok kötü olmamasının sebeplerinden birinin de işin arkasında Frank Miller'ın olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Benim gibi çok fazla efekte bulanmamış eski üsul salt aksiyon filmi izlemeyi seviyorsanız RoboCop serisi tam size göre. Seriden bağımsız olarak 2014 yılında Jose Padilha'nın yönettiği Joel Kinnaman'ın oynadığı RoboCop'u da beğendiğimi söyleyebilirim. 



OCP tüm şehiri ele geçirmeye kararlıdır, şehir de tam bir kaos hakimdir. Rehab'a bağlı ekipler operasyonlarını sürdürmektedir. Cadillac Heights, OCP'nin ele geçiremedi tek mahalledir. Burada yaşayanlar kendi aralarında örgütlenip, isyancı timi oluşturmuşlardır. 



Rehab ve ekibi isyancıların sığınaklarından birine operasyon düzenlemektedir. Murphy ve Lewis birliğe karşı direnmekte ve Lewis onların zararsız sivil olduğunu söyler. Rehab geri çekilmelerini söyler ama ikili direnmeye kararladır. Bu direniş memur Lewis'in sonu olur ve Rehab tarafından öldürülür. Ölmeden önce son sözü olarak Murphy'den adaleti sağlamasını ister. Murphy artık isyancıların tarafındadır. Serinin üç filminde de oynamayı başaran tek isim olan Nancy Allen'ın serinin tadı tuzu olduğunu söylemek mümkün. 



RoboCop'un taraf değiştirmesi ile oldukça güçlenen isyancıları durdurmak için Japon cyborg Otomo-san gönderilir. Samuray vari cyborg Otomo çok iyi kullanılmasa da filmle renk katmış. Murphy'nin racon kestiği mi desek ya da yargı dağıttığı yerler mi desek oldukça keyifliydi. 



Distopya şehir havası, neo noir atmosferi, bu atmosferin içine  katılan japonya sosu ile zihni fazla yormayan salt bir aksiyon filmi RoboCop 3. Fazla beklenti içine girmezseniz önceki iki film gibi keyifli anlar yaşayabilirsiniz.

8/10








16 Şubat 2020 Pazar

The Machinist (2004)



Makinist filminin yönetmen koltuğunda Session 9 korku filmi ile dikkatleri üzerine çeken Brad Anderson var. Makinist filminden sonra bu kalite de bir işe imza atamayan Anderson'ın Makinist filmi yönetmenin filmografisinin en iyi işi. Ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu bildiğimiz Bale'in rol için 54 kiloya kadar düşmesi, kendini karakteri oynamayacağının resmen karakterin kendisi olacağının bir göstergesi. Bu kilo kaybından sonra bize harika bir performans göstereceğinden şüphe duymuyoruz ve öyle de oluyor. Christian Bale film boyunca muazzam bir performans sergiliyor. Kendini role adayan Bale akademi tarafından görmezden gelinse de avrupa film ödülleri tarafından en iyi oyuncu adaylığına layık görülüyor. Bale'e eşlik eden sevdiğim bir oyuncu olan Jennifer Jason Leigh'in de filme renk kattığını unutmayalım.



Film etkileyici bir kare ile başlayarak seyirciyi hemen içine çekmeyi başarıyor. Trevor Reznik fabrika da çalışan bir makine operatörüdür. Bir gece kendisini bir adamı halıya sarılmış vaziyette denize atmaya çalışırken görüyoruz. Adamı denize attıktan sonra arkasından kendisine el feneri tutan bir kişi sen kimsin? soruyor... Daha sonra eve gelen Trevor'ın elini toz deterjan ile yıkadığını görüyoruz. Arkasını dönen Trevor duvarda not kağıdına yazılmış sen kimsin yazısını görür ve bu sırada masada ki el feneri de dikkatten kaçmaz. Filmi ilk defa izleyen bir seyirci için bu başlangıç fazla bir şey ifade etmese de film bittikten sonra ya da tekrar izledikten sonra bu başlangıçın çok zekice olduğunu fark ediyoruz. 



Trevor çalışma arkadaşları tarafından poker oynamaya çağırılır ama Trevor bu teklifi başka işim var diyerek reddeder. Arkadaşı daha önce bu tür aktivitelere katıldığını ama son zamanlarda terslik çıkardığını söyler. Trevor her gece şehir dışına havalimanına giderek burada kendisine kahve ve pasta söyler ve sessizce oturur. Trevor saate baktığında ise saat 01.30'u gösterir, saatin durduğunu ve ilerlemediğini görürüz. Trevor her seferinde fazladan bahşiş bırakarak oradan ayrılır. 



Trevor uykusuzluk sorunu çekerken oldukça yorgun ve bitkin gözüküyordur. Patronu Trevor'ın uyuşturucu kullandığından şüphelenir ve kendisinden idrar tahlili ister. Daha sonra arabasına biner ve kaynakçı Reynold'un yerine işe başladığını söyleyen Ivan ile tanışır. Para karşılığı birlikte olduğu Stevie'e bir yıldır uyumadığını söyler. Bu çok ciddi bir sorundur. Mesai sırasında çalışma arkadaşı Miller, Trevor'dan kendisine yardım etmesini söyler ama Trevor oldukça dalgındır. Ivan'ı gözlemleyen Trevor dalgınlığı yüzünden Miller elini makineye kaptırır. Bu olaydan sonra diğer çalışma arkadaşları da artık Trevor'ın kendileri için tehlike oluşturduğunu düşünürler ve onu aralarında istememeye başlarlar. 



Kazadan sonra hem kazanın sebebi hem de bu tür kazaların önüne geçmek için yapılan toplantıda Trevor'a neden dalgın olduğunu sorulur ve kendisi işe yeni başlayan Ivan cevabını verir ama patronu bu fabrikada öyle biri olmadığını Reynold'un işe devam ettiğini söyler. Gerçek olmadığını öğrenen Trevor, kırmızı pontiac kullanan Ivan'ı takip etmeye başlar. Bir barda onunla konuştuktan sonra Ivan'ın cüzdanından bir resim yürütür ve bu resimde Reynold'un elinde yakalamış olduğu balık ve yanında bulunan Ivan vardır. Trevor yavaş yavaş gerçekliği kaybetmeye başlar ve parçalara ayrıldığını fark ederek soluğu Stevie'nin yanında alır.

 

Anneler gününde Trevor, Marie ve oğlunu lunaparka götürür. İkisinin fotoğrafını çekerken bir an duraksar ve anıları aklına gelir. Daha sonra kendi resim albümüne baktığında aynı yerde kendisinin annesi ile çekilmiş resmi olduğunu görürüz. Marie'nin telefonu çalar ve eski kocasının aradığını söyler. Oğlu ile ilgilenmesini ister. Oğlu Nicholas ile korku tüneline girerler, bu tünel Trevor'ın gerçek korkuları ile yüzleştiği yer olacaktır. Nicholas tünelde bayılır, Trevor anında kucaklayıp dışarı çıkarır. Annesi koşarak yanına gelir ve çocuğun sara hastası olduğunu korkacak bir şey olmadığını söyler. Korku tüneli sahnesi filmin en sevdiğim yerlerden biri gerçekten muazzam bir sahneydi.



Ivan'ı takıntı haline getiren Trevor takip etmeyi sürdürmektedir. Kırmızı arabasını takip ederken plakasını alır ve motorlu taşıtlar şubesine gider. Burada çalışan kişi yabancılara bilgi verilmediğini anca bir kaza meydana gelirse araç sahibinin bilgilerini vereceğini söyler. Trevor kendisini bir arabanın önüne atar ve polis merkezinin yolunu tutar. İçeri girdikten sonra trafik kazası rapor etmek istediğini söyler. Görevli kendisine bir form verir ve Trevor formu doldurduktan sonra beklemeye başlar. Yetkili kişi elinde form ile Trevor'ın yanına gelir ve plakasının kendisine ait olduğunu, kırmızı pontiac'ı bir yıl kadar süre içerisinde arabanın hurdalığa gitmesi için başvurduğunu söyler. Kafası karışan Trevor uzaklaşmaya çalışır ama yetkili kişi asılsız ihbarın suç olduğunu söyler ve Trevor koşarak kaçmaya çalışır. Trevor bir katilmiş gibi ölümüne kaçmayı sürdürür hatta polisten kurtulmak için kanalizasyona girmekten bile çekinmez.



Trevor kaçtıktan sonra Stevie'nin yanına gider ikisi arasında geçen şu diyaloga dikkat edelim.
Stevie: Aman Tanrım, ne oldu?
Trevor: Arabanın birisi bana çarptı.
Stevie: Durdu mu?
Trevor: Hayır, yoluna devam etti.
Stevie: Çarpıp kaçanlardanmış, böyleleri asılmalı. 

Trevor, Stevie'nin evinde Ivan'dan çaldığı resmi görür ve deliye döner. Ivan'ın Stevie'nin kocası olduğunu düşünür. Onunla seviştiği için Ivan'ın kendisinden intikam aldığını düşünmektedir. Stevie saçmaladığını ve resimde Reynold'un yanında ki kişinin kendisi olduğunu söyler. Devreleri iyice yakan Trevor havalimanının yolunu tutar. Havalimanında ki garson her zaman ki gibi Trevor'ın kahvesini ve pastasını önüne koyar, ama bu kişi Marie değildir. Trevor, Marie nerede diye sorar. Garson öyle birini tanımadığını kendisine devamlı servis yapan kişinin kendisi olduğunu ve bu gece ilk defa konuştuğunu söyler. Yine çılgına dönen Trevor hızlıca arabasına doğru yol alır. Arabaya bindikten sonra kırmızı pontiac'ı gören Trevor tekrar Ivan'ı takibe koyulur. Nicholas ile birlikte kendi evine geldiğini fark eder. İçeri girdikten sonra Nicholas'ı öldürdüğünü düşünerek Ivan'ın boğazını bıçakla keserek öldürür. Küvetin perdesini açar ve Nicholas'ın orada olmadığı görür. 



Filmin başında gördüğümüz sahneye tekrar dönüyoruz. Ivan'ı öldüren Trevor onu halıya sararak denize atmaya çalışır. Denize attıktan sonra Ivan'ın birden kaybolduğunu görürüz ve arkasından biri gene el feneri ile kendisine yanaşarak sen kimsin diye sorar. Trevor, Ivan'ı öldürmesine rağmen ondan kurtulamamıştır. Evine dönen Trevor who are you? yazısına bakarak ayna karşısında kim olduğunu biliyorum der. Artık gerçeklerle yüzleşme vakti gelmiştir. Trevor'ın havalimanı yolunda arabayla giderken bir çocuğa çarptığını görüyoruz. Bu çocuk Nicholas. Annesi'nin hemen koşarak olay yerine geldiğini görüyoruz. Annesi ise garson sandığımız Marie. Trevor çocuğa çarptıktan sonra durmaz ve oradan kaçar. Stevie ile arasında geçen diyalog da burada anlam kazanır. 



Trevor çocuğa çarpıp kaçtıktan sonra vicdan azabı duyar ve olaydan beri uyuyamaz. Ivan, Trevor'un vicdanıdır. Bir çok sahnede Trevor'un elini deterjan ile yıkadığını görürüz bu sahneler eline bulaşan kanı temizlemeye çalışmasını gösteriyor. Devamlı havalimanına gitmesi ise kazanın bu yolda gerçekleşmesinden dolayı. Garsona devamlı fazladan bahşiş bırakması ve onu lunaparka götürmesi vicdanını rahatlatmak için. Saatin 01.30 da durması ise kazanın bu saatte gerçekleşmesinden dolayı. Ivan'ı öldüren Trevor ondan kurtulamayınca kendini adalete teslim eder ve artık uyumak istiyorum der. Kazadan beri uyayamayan Trevor teslim olduktan sonra vicdanını rahatlatır ve uyumayı başarır. 



Devamlı siyah tonlama ile izlediğimiz film beyaz ışıkla son bulur ve arkadan giren harika müzikle filmi benim için unutulmaz filmlerden biri haline getirmeyi başarır. 

Bale'in kendini role adadığı harika performansı, muhteşem neo noir atmosferi ve harika finali ile Makinist filmi psikolojik gerilimin en iyi örneklerinden biri. Filmin müziklerini yapan Roque Banos'un Goya ödüllerinde en iyi orijinal müzik dalında adaylık aldığını da hatırlatmakta fayda var.



9/10