4 Mart 2020 Çarşamba

Bloodborne (2015)



Bloodborne çıktığı günden beri videolarını ve yayınlarını izlediğim bir oyundu. O gothic karanlık atmosfer her şeyi ile muazzam gözüküyordu. Souls oyunları ile yakın bir ilişkim olmadığı için alıp oynama fırsatına erişmemiştim ama harika atmosfere sahip olan bu oyunu bir gün oynamam kesinlikle kaçınılmazdı. Sekiro'yu bitirdikten sonra From Software beni karanlık safına çekmişti ve artık sıra hayalini kurduğum Bloodborne'u oynamaya gelmişti. Oyunu plus ücretsiz verdiğinde indirememiştim ama ücretini verip almaktan çekinmedim çünkü böyle bir şaheserin parasını sonuna kadar hak edeceğini biliyordum. Oyunu geri satmayı kesinlikle düşünmüyorum, arşivlenmeyi tekrar tekrar oynanılıp bitirilmeyi hak eden bir oyun. 



Çalan çanlar, ağlayan bebekler, denize yansıyan ay ışığı, ilerledikçe değişen gökyüzü, ölümün kol gezdiği o harika karanlık atmosfer, muazzam çevre tasarımı, harika mekanlar ve inanılmaz mekan bağlantıları Bloodborne ismi geçince akla ilk gelen şeylerden bir kaçı.. Çevre tasarımları konusunda en iyi oyunlardan biri bir çok kez sadece saatlerce etrafı incelediğimi biliyorum. Kendimi devamlı ay'a bakarken buluyordum. Oyunun çok zekice bir konsepti var ve oyunun içine yerleştirilen hikaye anlatımı anca bu kadar kusursuz olabilirdi. Diğer avcılar gibi karanlık bir rüyanın içinde buluyoruz kendimizi ve bizden rüyayı sonlandırımamız isteniyor ve düşmanımız hayranlıkla baktığımız ay... Ay'ın içinden düşman çıkması falan son derece zekiceydi. 



Sekiro'da olduğu gibi oyuna ilk başladığımda mekaniği kavrayana kadar baya bir öldüm. Hatta merkez yharnam'da o kadar öldüm ki ilk başta oyunun Sekiro'dan daha zor olacağını falan düşündüm ama alışınca kesinlikle daha zor olmadığını gördüm. Sekiro'da deflect sistemi yerine burada parry olayı var doğru zamanda yapınca oldukça zevkli bir olay ama zamanlamayı kaçırırsak can sıkıcı olabiliyor. Sekiro defans ağırlıklı bir oyun burada ise daha saldırgan olmamız gerekiyor. Düşmana geri hamle yapıp can doldurmek ve işini bitirmek gerekiyor. Sekiro'da güçlenmek için bossları kesmek gerekirken burada öyle bir durum söz konusu değil. Farm yaparak güçlenip bossları rahatça geçebiliyoruz. Öyle Sekiro'da ki gibi günlerce uğraştıran bir boss yoktu. En çok Gehrman'da zorlandım onda da toplasan 10 kere falan ölmüşümdür. Boss tasarımları harika ama Sekiro'da ki bosslar gibi çok derin olduğu söylenemez, bize pek bir şey ifade etmiyor diğer canavarları kesmekten bir tık öte  tatmin ediyor o kadar. 

Oyunda ki mekanlar o kadar iyi ki birini övsem diğerine haksızlık olacak hepsi ayrı ayrı muazzamdı. Merkez Yharnam, Katedral, Eski Yharnam, Kabus Hududu, Mensis Hududu, Cainhurst Kales, Yar'gul Görünmez Köy hepsi o kadar iyiydi ki her terafı incik cıncık ede ede gezerek oynadım. Korku gerilim hayranı biri olarak kulaklıkla şu oyunu oynamak kesinlikle muazzam. İlk sefer Yar'gul'e düşünce lambayı bulmam baya zaman aldı aha buradan çıkamayacağım galiba demiştim ve oyunun o korkunç kabus olayı iliklerime kadar işlemişti. Oyunun kötü yönlerinden bazıları belki çok lamba olmaması diyebiliriz ama o zaman da bir anlamı kalmazdı gibi. Lamba yerine zekice tasarlanmış kısayollar eklemişler. En kötüsü ise oyunu durduramıyor olmamız. Boss ile dövüşürken pause yapıp envantere bir şey ekleyemiyoruz ve kullanamıyoruz. Oyun da vuruş hissi inanılmaz, baltayı uzun kullanıp aynı anda üç tane düşmanı yarmak paha biçilemez.. Canavar tasarımlarında gene bu ekibin nasıl bir psikopat kafa yapılarının olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Harika canavarlar tasarlamışlar. Her köşede bizi doğduğumuza pişman edecek yaratıklar bulunuyor. Her köşeye dikkatli bakmak gerekiyor bazı yerlerde çok ciddi ödümü şeyime kaçıran zoeken koymuşlar.. Üzerimiz de kan yankısı biriktiği zaman gerilim artıyor. Her seferinde boss'a girmeden geri dönüp karakteri geliştirdim. Ölüm affetmiyor ve kan yankılarının hepsi gidiyor bu riski almadım ve karakteri çok sağlam geliştirdim. 103 levelde oyunu bitirdim. İlk başta öldümüz bölgede güçlendikten sonra o bölgeyi bir kez bile ölmeden tamamlayınca gücün elinizde olduğu hissini çok iyi veriyor. 

Zorunlu olmamasına rağmen oyunda ki tüm bölgelere gittim ve Celestiel Emissary, Ebrietas, Logarius, Amygdala, Darkbeast Paarl bosslarını da keserek oyunu bitirdim. İyi ki cainhurst kalesine gitmişim yoksa o muazzam tasarımdan yoksun kalacaktım. Kütüphane falan harikaydı gerçekten. Sekiro'dan sonra From Software bir oyununa daha beni kendine aşık ettirmeyi başardı. Bu iki oyundan sonra diğer oyunlardan nasıl keyif alacam hiç bilmiyorum. İki oyun bu işin zirvesi falan artık. İki oyunda beni eski atari günlerime götürdü. O zamandan beri böyle zevkle ve iştahla oyun oynamamıştım. Oyunun Witcher 3 ile aynı yıl çıkması kötü olmuş yılın oyunu ödülünü kazanmayı sonuna kadar hak eden bir yapım olmuş. Keşke farklı yıllarda çıksaymış. Bloodborne iyi ki konsolum var dedirtecek hatta tek başına konsol bile aldırabilecek kalitede bir oyun.  From Software oyunlarının karanlık tadını aldık bir kere, sıra ne zaman gelir bilinmez ama Dark Souls yollarına düşmek artık kaçınılmaz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder